7 Şubat 2015 Cumartesi

BİR LOKMA EKMEK İÇİN

BİR LOKMA EKMEK İÇİN

Bu bir lokma ekmek için verilen mücadelenin hikayesi;

Köyümüzde yaşayan tüm köylülerimiz  adeta “Ekmeğini taştan çıkarırlar” sözüne sadık kalıyorlar. Burada hayat zor, yaşamak zor, yaşam şartları  zor çünkü köylülerimizin geneli çiftçilik yapıyor. Hayatın tüm zorlularına rağmen geçimlerini sağlamak için tüm zorluklara göğüs germek zorundalar.

Sofraya gelen bir lokma ekmek gerçekten alın teri ve tüm aile fertlerinin mücadelesi ile geliyor. Yaşamak hayatı devam ettirmek için yemek-içmek şart ve bunun için de tabiî ki mücadele şart. Köyümüz geçimlerini çiftçilikle sağlıyor ama ürettikleri tarım ürünleri ancak kendilerini geçindirecek kadar fazlası için ne arazi var ne de fazlasıyla uğraşabilecek nüfus var. Çiftçilik yapabilmek için de yani tarımcılık yapabilmek için de bir çok zorlu şartların bir araya gelmesi gerekiyor. Öncelikle arazinizin olması gerekiyor daha sonra bu araziyi işleyebilmek için gerekli aletler gerekiyor. Bu olanakları sağladıktan sonra asıl iş başlıyor. Tarlayı önce sürüyor ve ekime uygun hale getiriyorlar daha sonra tohumluk buğday ekiliyor.

Tarlaya belirli bir zaman sonra gübre atılıyor ve buğday yağmur sularının yardımı ile büyümeye olgunlaşmaya bırakılıyor. Buğdayın olgunlaşması o yıl yağmurun ne kadar yağdığına da bağlı tam olarak olgunlaşma zamanı 8-9 ayı bulabiliyor. Altın sarısı başaklar olgunlaştıktan sonra yine çiftçinin işi başlıyor.


O güzelim başakları tarladan toplamak ve onu bir lokma ekmek haline getirmek için yine mücadele etmek gerekiyor. Başaklara zarar vermeden onlar öce sapları ile birlikte biçiliyor. Buğdayın sapları da lazım olduğu için toprağa ne kadar yakın biçilirse o kadar iyi sapları daha sonra ayrılacak ve saman olacak ve hayvan yiyeceği haline gelecektir.


Buğdaylar tırpan denen tarım aleti ile ya da biçer denilen traktörün arkasına bağlanan aletle biçildikten sonra tarladan toplanıyor.
 
Tarladan toplanan buğdaylar traktöre yükleniyor  ve  köye yakın bir alana yani harman yapılıp işleneceği alana taşınıyor.

Tüm bu yoğun çalışmalar esnasında yerlere dökülen buğdaylar tekrar tırmık denilen tarım aleti ile toplanıyor ve onlarda yine traktöre yükleniyor.

 
Toplanan buğdaylar harman yerine getirildikten sonra sürme dediğimiz işlem yani sapla samanın birbirinden ayrıldığı işlem yapılıyor. Bunun için patoz dediğimiz tarım aleti kullanılıyor traktörün arkasındaki kasnağa bağlanıyor ve oradan aldığı hareketle patoz içindeki büyük bıçaklar dönerek buğdayla samanın ayrılmasını sağlıyor.


Patoz işlemi sürerken buğdayın içine karışan samanların ayrılması için savrulma işlemi yapılıyor rüzgarın yardımı ile buğdayın içerisindeki saman üflenerek ayrılıyor.

Savrulduktan sonra çuvallara doldurulan buğdaylar eve götürülüyor. Eve götürülen buğdaylar ihtiyaçlara göre çeşitli şekilde ayrılıyor. İri olanları yine gelecek yıl için tohumluk olarak ayrılıyor gri kalanı bulgur yapmak için un yapmak için ve en küçükleri de hayvan yemi olarak ayrılıyor. Evde un ihtiyacı olduğu zamanlarda un olması için ayrılan buğdaylardan 4-5 çuval alınıyor ve değirmene götürülerek un haline getiriliyor.

Un olan buğdayın şimdi de köy ekmeği olma hikayesi başlıyor. Her işini kendisi yapan köylülerimiz tabiî ki ekmeğini de kendileri yapıyor.
 Un olup eve gelen buğday akşamdan yoğruluyor hamur haline getiriliyor. Daha sonra sabah bu hamur tandır dediğimiz herkesin evinde bulunan bir tür fırına getiriliyor. Bizim köyümüzün ekmeği yufka diye bildiğimiz börek yufkasına benziyor fakat yapılışı ve gördüğü işlemler farklı. Küçük parçalara ayrılan hamur burada yufka gibi açılıyor. İki kişi yada üç kişi yardımı ile yapılıyor köy ekmeği.
İki veya üç kişinin açtığı yufkalar içerisinde ateş yanan bir kuyu üzerine konulan sacın üzerinde yani tandır da pişiriliyor.

Sadece üzerinde pişirilmesi ile ekmek hemen olmuyor tabiî ki daha iyi pişmesi için tandırın içerisine de sokuluyor ve birkaç saniye içerisinde de pişiriliyor. Bu tandırda yakmak için odun kullanılmıyor çam ağaçlarının yaprakları olarak da bilinen dikenli yaprakları yani bizim kıvıç dediğimiz ince dikenli dalları  ve çam kozalakları yakacak olarak kullanılıyor.
Tandırda pişen ve kuruyan ekmekler üst üste konuluyor ve saklanmak üzere kilere kaldırılıyor burada ailenin nüfus sayısına göre 1 ay kadar saklanabiliyor. Köyde rutubet olmadığı için küflenme falan olmuyor.

Kilere yerleştirilen ekmekler ihtiyaca göre oradan alınarak üzerine hafif su serpilerek yumuşatılıyor.

Hafifçe ıslatılan ekmek suyunu çekmesi ve eşit şekilde ıslanıp yemeye hazır olabilmesi için üzeri bir bez ile kapatılıyor. Yaklaşık bir saat bu şekilde bekletilen ekmek üzeri açılıyor ve yemeye hazır hale geliyor.

İşte bu kadar işlemin uğraşın sonucu sadece bir lokma ekmek için yapılıyor yani bizim düşündüğümüz kadar veya bizim gidip fırından aldığımız 2 ekmek kadar kolay değil köylünün ekmeğini yiyebilmesi. Biz her sabah kalkıp bizim için fırında pişirilmiş sıcak ekmeğimizi soframıza kolayca koyabiliyoruz ama bu ekmeği sofralarına bizim kadar kolay getiremeyen köylüler çalışmak onu kendileri ve çocukları için sofralarına getirmeleri için bu bahsettiğimiz aşamaların hepsini büyük bir sabırla yapmaları gerekiyor. Bu aşamalara bu sıkıntılara katlanmayan yada bu kadar emek veremeyen birisi karnını doyuramaz. O yüzden ailede bulunan herkes bu bilinçle hareket ederek bir lokma ekmek için çalışmak ve onun sofraya gelebilmesi için elinden geleni yapması gerekiyor.

Tüm bu zorlukları başarıp sofrasına bu bir lokma ekmeği koyabilene AFİYET OLSUN demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Süleyman KARADERİLİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder